14 Ocak 2010 Perşembe

GÜZEL İNSAN FERİDUN DÜZAĞAÇ'TAN

Gerçekleri savunmak ve Necip ile avunmak

Kongreler öncesinde tribünler üzerinden manipülas-yonun en fazla yapıldığı ve -aslında kimse bunu planlamasa bile- tribünler üzerinden ortalığın en çok karıştığı büyük kulübün Beşiktaş olmasının tek nedeni var; Semt bizim aşk bizimdir çünkü. Bu semt babadan oğla, nesilden nesle geçe geçe başkalaşmış ve büyümüş neredeyse dünyaya yayılmıştır. Serencebey Dergisi’nin bir anketi çok acı bir gerçeğe işaret ediyor. Her 10 Beşiktaşlı babadan sadece 2 tanesi evladını Beşiktaşlı yapabiliyor. Bu utanç beni de bağlıyor aslında. Kendisini şu anda Galatasaraylı zanneden güzel kızım büyüyüp 18’ine gelip filmlerdeki gibi benden bir araba istediğinde içindeki Cim-Bom aşkının kaç beygir gücünde olacağını göreceğiz. Tüm bu olanlar bir gerçeği değiştirmez. Dünyanın en büyük semti ve aşkıdır Beşiktaş, hatta birçok gönül vereni için hayatın anlamı, O’ndan öte ve O’ndan başka bir halt değildir. Altınsay aday olmalı diye hiçimizi yırttıysak bir bildiğimiz vardı. “Beşiktaş bir marka değil bir armadır” diyebilen bu güzel adamın tribünlerin yapısı ile oynandığı ve buna karşı durduğu için zamanında istifa ettiğini, hem de şahane yönetilen, şahane bir kadroyu bırakıp gittiğini, büyük bir nezaketle tüm taraftarlarına cevaben yazdığı ‘Neden yokum’ mektubundan öğrendiler bilmeyenler. Bir yanda kendi tribün profilini kalitesiz diyerek medyaya şikayet eden, tribün abilerini susturan, pankartlarını toplatan, temizlik düşkünü, sevda ve aşk müşkülü görmem, duymam, anlamam, bilmem bir başkan var; “Paracıklarımı almadan gitmem” diyor. Beşiktaş’ın büyüklüğünü kendi ‘Kuçik’ algısıyla rakamlara döküp ‘’6 yılda 4 kupa neyinize yetmez’’ diyor. Güzelliği çok sesliliğinden mevrut güzelim koroyu aklınca susturuyor ve kendi pankartlarını astırıyor. ‘Astır git’ demek geliyor insanın içinden de denmiyor işte. Kendi özgür, hümanist, nüktedan iradeleriyle açtıkları pankartlarla meşhur bir tribünü tam karşıdan izliyor olmak, dayanılır acı olmasa gerek; bu acı Asuman’ın ruhumun derinliklerine şırınga ettiği acıdan da büyük olmalı. Seni sevmeyen bir kadına zorla aşk mektubu okur gibi... Senden korkan bir çocuğa masal anlatır gibi; Zorla, inatla ve hâlâ... ‘Yeter ulan’ der yeterince kabalaşırım ve bu utanç Fe ağbinize yeter, yeter ki alayına gitsin. Dilerim Asuman evlensin bir Kamil ile ve Kripton’a balayına gitsin.***Yılın teknik direktörü ödülüyle taçlanan bir ustanın takımını, kendi sahasında bölünmüş, küstürülmüş seyircisi önünde ve hem de onda bir maliyetiyle toplanan bir takım ile yeniyorsa bir hoca ve gönlünden milli takım geçiyorsa verin gitsin be abicim; helal olsun. Hepimiz Yılmaz Vural’ız gayrı. Nereden baksan trajik bir futbol akşamını tüm BeşiktAŞK’lılar için seyre değer kılan Necip Uysal’ı oynadığı, oynayacağı ve hatta oynatılmayacağı tüm maçlarda ‘maçın adamı’ ilan ediyorum şimdiden, lakin semtimizde adettendir, gençlere hayata dair ayarlar vermek. Uyarmadan geçmemeli Necip’i; “Sen sen olacaksın, ayağını tendonuna göre uzatacaksın. Öyle layla, reyna, Ayla, Ceyda için fazla acele etmeyeceksin. Tivitır da rastlarsam darılır paralarım bak. Feysbuk filan da yok. Feys verdik diye buk’unu çıkarmayacaksın.” Bakışların bize cesaret verdi Necip mevlam senin sonunu nice dramatik örnekte olduğu gibi ‘ne oldum delisi’ olan abilerininkine benzetmez dilerim. Sergen hocanı örnek al(ma) bak, ‘sıkıntı’ olmasın sonra. ‘Deli’ İbo amcandan profesyonelliği ve yapman gerekenleri, başkanından da yapmaman gerekenleri öğreneceksin. Ben seni Arsınıl’lı Çeh Fabregas’a benzettim akıbetiniz de aynı olsun dilerim; buradan fabr-e gazı alıp koş durmadan. İçkiden, tütünden uzak durasın aman sakın; Fabregas da tütün sarar sanki kendi içer gibi...***Ziraat Kupası belli ki kahır olacak bize. Kapitalizmine röveşata yaptığımın global dünyasında, çarşı endüstriyel futbola karşı iken üstelik, kendi payıma bir Beşiktaşlı olarak takımımın almasını en çok istediğim kupadır bakınız bu Ziraat Kupası. Neresinden bakarsanız nostaljik bir ifadedir. Beşiktaşlının nostaljisinde bir değil on bir Necip’ten Kurulu efsaneler ve onlarla gurur duyan başkanlar ve başkanlarıyla gurur duyan tribünler yatar. Avrupa Birliğine doyum sürecinde beli bükülen, açlık sınırında yaşamaya mecbur bırakılan çiftçinin sesi olurdu Beşiktaş tribünleri. Önceki geceki maçta yan sanayi başkanından aldıkları emirle tribünlere sokulmayan, yasaklanan pankartta olduğu gibi ‘Tekel’in de sesi var’ da Tekel işçisinin sesi olmak isteyişi gibi. Yeşilçam’ın, med-yanın, sokakların gerçeğinin Beşiktaşlılığa biçtiği tanım.. Ezilen, hakkı gasp edilen, sesi susturulan, yaşamın kıyısında tutulan, fakir ama gururlu, yenik ama isyankar film kahramanı, sıradan küçük insanlar; “Küçük dünyalarda büyük olur sevdalar ve bir kez sevdanın sarı-sıcak yollarına düşersen, geri dönüş yoktur yeğen.” Lakin her ne kadar kelamını yapsak da bu romantik ve ütopik sayıklanmalarımızın günümüz dünyasında karşılığı olmadığını biliriz. Eskiden acılarımızı, sevinçlerimizi paylaşır çoğaltırdık, şimdi feysbukta vidyolar paylaşır olduk; birbirimizi görmeden hissetmeden. Yasakçı başkanın kalpsiz güvenlikçileri, kurunun yanında yaşı da yakıp, ölümünün yıldönümünde küçük dünyasının bir tanecik sevdası İnönü de anılmasına da engel olmuşlar ruhu şad olası bir Kara Kartal’ın. O pankartı kalbimize yazdık yasaklara inat. Ah yazıyorum, doymuyor içim yazıyorum, avunmuyor kelam. Selam sensiz sabah, sensiz Asuman. Bir seni bir de yıldıran başkanı görünce aklıma gelen o şahane şarkıyı kendimce mırıldanmak geliyor içimden: “Seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli...’’ “Siz’siz saadet neymiş, tattırın da bilelim, gözümüzde yaşları Necip ile silelim.” Âmin.

1 yorum:

trinity dedi ki...

Ben Feridun Düzağaç'ı bu kadar geç keşfettiğim için yanadurayım, FD de döktürmekte olsun. Bu kadar iyi müzik yapan, düzgün duran, şahane bi adamın üstüne üstlük bi de Beşiktaşlı olması kaymaklı ekmek kadayıfının bile yavan kalıp çekip gitmesine neden olası bişii. Yalnız bu Asuman'a kılım haa!:)))